İş-yaşam dengesi ve mutluluk

Yazar Hünkar Hacıtalipoğlu

Çalışanların zamanlarının büyük bölümünü geçirdikleri iş ortamında olumsuz duygular yaşamaları, yaşam doyumlarını düşürmekte, bu durum özel hayatlarını da olumsuz etkilemektedir. Böylelikle iş-yaşam dengesi, iş-yaşam çatışmasına dönüşüp, mutluluğu gölgelemektedir.

Günümüzde erkeklerin çalıştığı tek kazanımlı aileler, yerini ailede hem kadının hem de erkeğin çalıştığı çift kazanımlı ailelere bırakmıştır. Kadının ve erkeğin iş ve aile yaşamında sorumluluklarını eksiksiz gerçekleştirme arzusu, denge kurulmasını zorunlu hale getirmiştir. Dolayısı ile iş yerinde “başarı” diye tanımlanan şeyleri ne derece yerine getirdiğinizi ölçen birtakım ölçümlemeler vardır.

Özel yaşamda ise bu tanım biraz daha karmaşıktır. Eğer hayatınızda iş-yaşam dengesinin ağırlığı bir yöne doğru kaymaya başlamışsa; evli iseniz, çocuklarınıza karşı olan sorumluluğunuzu ne derece yerine getirdiğiniz (onlarla günde kaç saat kaliteli zaman geçirdiğiniz ve/veya kaliteli zaman geçirip geçirmediğiniz), eşiniz ile ilişkinizin güncel durumu (yani şu anki hali, son durumu) size birinci elden mevcut durumunuz ile ilgili en sağlıklı bilançoyu verecektir. Bekârsanız, iş dışında sık görüştüğünüz kişiler ile ilişkinin samimiyet ölçeği nedir? Derin, samimi ilişkiler yürüttüğünüz dostlarınız gerçekten var mı? Bu sizin pozisyonunuza bağlı değişebilir mi? Yoksa sizi, siz olduğunuz için mi kabul ediyorlar?

Dan Buettner tarafından National Geographic’in dünya çapında yürüttüğü araştırmada (1) mutluluğu etkileyen altı alan ortaya çıkmıştır. Bu alanların neredeyse tamamı, aşağıda görüleceği gibi doğrudan veya dolaylı olarak çalışma hayatı ile ilgilidir:

  • İçinde yaşanılan toplum
  • İş ortamı
  • Sosyal hayat
  • Finansal koşullar
  • Ev (barınma koşulları)
  • Benlik algısı

Yaşam doyumu, çevre koşullarından etkilenir. Ancak, sadece çalışma alanlarında yapılacak fiziki düzenlemelerle insanları mutlu etmeye çalışmak, bugünün bilimsel gerçekleriyle bağdaşmaz. Çünkü son yıllarda mutluluk konusunda yapılan araştırmalar, mutluluğun kaynağını daha çok beyinden ve buna bağlı düşünce biçiminden aldığını göstermektedir. Çalışanlara, işlerini en iyi nerede ve ne zaman yaptıkları konusunda esneklik kazandırmak, belki de yetenekleri çekmenin ve elde tutmanın harika bir yolu olabilir.

Sonja Lyubomirsky, “Nasıl Mutlu Olunur?” adlı kitabında bu durumu şöyle dile getirmektedir (2): “Mutluluk duygusunun yüzde 40’ı düşünceler, davranışlar ve karakter tarafından belirlenir. Yüzde 50’si kişiliği şekillendiren genetik yatkınlıkla ilgilidir. Çevre ve dış koşulların etkisi ancak ve ancak yüzde 10 dolayındadır. Bu durumda düşünce ve davranış, genetik yatkınlıklarla birlikte çok önem taşımaktadır.”

Kısacası; iş hayatı ve çalışmak, insanın para kazanmak ve hayatını sürdürmek için katlandığı bir şey olmamalıdır. Evet, çalışmak insana kimlik kazandırır, işe yaradığını hissettirir ve gücünün sınırlarının nereden geçtiği konusunda fikir verir. Bunlar için itirazımız yok. Fakat kişi anlam duygusu yaşadığı bir işte çalışıyor ve akşam eve döndüğünde uzlaştığı ve bağdaştığı biri tarafından karşılanıyorsa, cenneti dünyada yaşıyor demektir. Böyle bir aileye sahip oluğum için bu konuda kendimi çok şanslı hissediyorum ve onlara minnettarım.

Bir başka önemli nokta, kişinin iş ortamında uyum içinde çalıştığı arkadaşlarının varlığıdır. İyi arkadaşlık ilişkileri, iş doyumu üzerinde doğrudan etkilidir. İşinizin, mutluluğunuz ve yaşattığı anlam duygusu üzerinde nasıl bir etkisi olduğu konusunda fikir sahibi olmak için şu sorulara vereceğiniz cevaplardan yola çıkabilirsiniz:

  • Bu iş benim için neden önemli?
  • Ortaya çıkacak sonuçlara benim katkım ne?
  • Burada beni heyecanlandıran bir şey var mı?
  • Bu iş beni geliştiriyor mu?
  • Bu iş bir ölçüde de olsa hayattaki varlık nedenimle bağlantılı mı?
  • Çalışmadığım veya işte olmadığım zamanda işi düşünüyor muyum?
  • Bu iş bana gurur veriyor mu?
  • Çalıştığım yerde en iyi arkadaşım diyebileceğim bir veya iki kişi var mı?

Bu sorulardan en az dört tanesine gönül rahatlığıyla doyurucu cevaplar veremiyorsanız, büyük ihtimalle sadece “ekmek parası” için çalışıyorsunuz demektir. Bu da her hafta klasik bir şekilde size pazartesi sendromu yaşatır; daha hafta başlarken hafta sonunu iple çekersiniz. Siz farkına varmadan bu durum ruh sağlığı açısından olduğu kadar, yaşam doyumu açısından da yıkıcıdır ve istenmeyen birçok sonuç için zemin hazırlar.

Sonuç olarak; hayatta başarı, başarılı olmak, başarılı olmayı istemek en doğal haktır. Fakat evde başarılı değilseniz, işte de değilsinizdir. Ve aynısı tabii ki işte başarılı değilseniz, ev için de geçerlidir. Bu durumda, hayatımızın kontrolü için ciddi bir farkındalık ve almamız gereken sorumlulukları oluruna bırakmadan harekete geçmiş olmak, iş-yaşam dengesini sağlıklı kurmadaki tek araç olacaktır.

Unutmayalım ki “hayatımızın kontrol ettiğimiz kısmına hâkimiz” ve kontrol konusunda yaşam her an size daha fazla sorumluluk vermeye hazır. “İnsan kendisi için karar verir. Bu yüzden eğitimin amacı, karar verme yeteneğini geliştirmek olmalıdır.” demiş (4) Viktor Emil Frankl.

Eyvallah, kalın sağlıcakla…

Hünkâr HACITALİPOĞLU
İnsan Kaynakları Yöneticisi
Yönetici ve Yaşam Koçu

Kaynak:

  1. National Geographic Topluluğu, Washington, DC, 2010.
  2. Lyubomirsky S., “The How of Happiness”, Penguen Yayınları, 2008.
  3. Ware B., “The Top Five Regrets of the Dying”, Hay Yayınevi, 2009.
  4. İnsanın Anlam Arayışı, Viktor E. Farnkl.
tourmag turizm dergisi

İLGİLİ HABERLER