Müzeyyen Uludağ’ın 1960’lı, 70’li yıllara ait yaz tatili anıları

Yazar Haber Merkezi

Farklı konularda kaleme aldığı deneme yazıları ile tanıdığımız, bugünlerde oldukça azaldığını düşündüğümüz İstanbul hanımefendilerinden Müzeyyen Uludağ, bayram nedeniyle bir turizm yazısı yazdı. O’nun satırlarını okurken değindiği gibi sanki bin yıl uzağımızda hissettik ve siz değerli okurlarımızla paylaşmaya karar verdik. Buyurun…


Yıllar önce daha insanlarda seyahat ve yaz tatili tutkusu başlamadan, yani sanki 1000 yıl önce, biz her yıl takvim eylül ayının 1. gününü gösterdiğinde Taunus marka otomobilimizi hazırlar, 15 gün boyunca hiçbir yer ayırtmadan, her yerde bir gece kalarak tüm Ege ve Akdeniz’de gezerdik. Yollar bomboş olurdu; gittiğimiz şehirlerde yoldan geçenlere sorarak otel bulur, sadece bir gece konaklardık.

KÜÇÜK BİR VALİZ İLE…

Minicik bir valizimiz olurdu. Eşim ve ben, çok az kıyafetle bu yolculuklara çıkardık. Bir t-shirt yıkanır, arabanın önünde cama konur, güneşin kuvvetiyle 20 dakikada kurutup giyer, çıkarır, o yöntemi diğerlerinde de tatbik ederdik. Ayaklarımızda sandaletler var ama yedek ikincisi yok. O ne rahat seyahat özgürlüğüydü. Ben hâla o zamanları büyük bir hasretle anarım.

ÖNCE AYVALIK, SONRA YİNE YOLA DEVAM

Şeytan Sofrası’nda kahvaltı; peynir, ekmek, zeytin, çay… Kimsecikler yok o yuvarlak binada. Saat sabahın yedisi, denizi tepeden izler, taka seslerini dinlerdik. Her sabah yeni bir yer göreceğimizin heyecanı eşliğinde, otomobilimizi durdurup, kimselerin olmadığı yerlerde hemen masmavi denizin kucağına atlayıp yüzerdik.

BODRUM DAHA MEŞHUR DEĞİLDİ

Heredot Oteli vardı sahilde, Baraz Oteli’ne ise malum zenginler ve meşhurlar giderdi. Bizim durumumuz oraya gidenlerden çok daha iyi olsa da biz gitmeyi hiçbir zaman tercih etmedik. Biz otomobilimizi de değiştirmezdik; orta sınıfın dahi altında yaşamı sever, bir nevi ideolojik bir tavır sergilemek ve onu yaşamaktan mutlu olurduk.

GÖSTERİŞ YOKTU

En azından biz bunu çok gülünç bulurduk. Akçay Tatil Köyü vardı. Hasır güneşlikler, bungalov odalar; Emekli Sandığı işletirdi. Tarabya Oteli, Bursa Çelik Palas, Çeşme Oteli gibi tesisler de Emekli Sandığı yönetimindeydi, fiyatları ucuzdu. O tesislerden Çeşme Oteli, şimdilerde Sheraton Çeşme olarak faaliyetini sürdürüyor. Diğerlerini biliyorsunuzdur.

FRANSIZ TATİL KÖYLERİ YOKTU DAHA…

Sonralarında adından çok söz ettirecek olan Fransız Tatil Köyleri henüz bölgede yoktu. “Açık büfe” bilinmiyordu. Akçay Tatil Köyü’nden bir örnek vermek gerekirse, akşam yemeği herkese aynı menü idi, kahvaltı açık büfe olmazdı. Garsonlar masaya tabaklarla geleneksel Türk kahvaltısı getirirlerdi. Hangi otele giderseniz gidin oturursunuz, herkese aynı menü getirilir, mutlu mesut yer ve kalkardınız. Oralarda öğrendiğim yemekleri hâla evimde yapmaya devam ettiğimi buradan da paylaşmak isterim. Mesela bir gidişimizde yediğim yemek, şu an bizim evin başta gelen menüsü arasındadır.

TARÇINLI İZMİR KÖFTESİ

Kıymaya sadece ekmek içi, bir tatlı kaşığı tarçın, tuz ve karabiber eklenirdi. Soğan ve yumurta kesinlikle yok. Yoğrulur, uzun sayılacak şekilde hazırlanır, ızgarada veya yağda kızartılır. Üzerine sarımsaklı yoğurt dökülür ve yine kırmızı toz biber ve tereyağı kızdırıp dökülür, çiğ maydanoz ile süsleyerek servis yapılırdı. Akçay Tatil Köyü’nde köftelerin altına da tereyağlı kızarmış koskoca bir ekmek koyup, köfteleri üzerine dizerlerdi.

MOTES VE TURTES MOTELLERİ VARDI, KUŞADASI DOĞALDI

Çeşme’de Motes ve Turtes Motelleri vardı. Biz her sene MOTES’te kalırdık. Kuşadası öylesine doğaldı ki, bir tane apartman bile görmekte zorlanırdık, hep pansiyon ve müstakil evler vardı. Sonra duydum ki Kuşadası bitmiş. Artık görmek istemediğimi hissediyorum, gitmek içimden gelmiyor.

BODRUM, AHHH CANIM BODRUM

Bu satırları yazarken Turgutreis’in o zamanki halini düşündüm, şu an bir bekçi kulübesi hatırlıyorum. Tam Turgutreis girişinde, bir de orada ilk yapılan devre mülk binalarını. Başka hiçbir şey yoktu. Biz Bodrum içinde garaj tarafında, Malama Mustafa Bey’in pansiyonunda kalmıştık bir gece. İlk gidişimizdi.

HEREDOT VARDI, BARAZ VARDI

Heredot ve Baraz Otelleri olmasına rağmen biz Mustafa Bey’in o mütevazi evini çok sevmiştik. Bir gün diye gidip, 4 gün kaldığımız tek yer Bodrum’du.

Müzeyyen Uludağ

FRANSIZ TATİL KÖYLERİ AÇILDI

Sonraki yıllarda Fransız Tatil Köyleri devreye girdi. İlk, Kuşadası Fransız Tatil Köyü’nde açık büfeyi görmüştüm. Biz, Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı’nda kalmıştık. Deniz kenarındaki yerinde oda bulamamıştık. Artık insanlar yavaş yavaş tatil fikrine alışıyorlardı. Öküz Mehmet Paşa da Fransız Tatil Köyü’ne aitti, onlar işletiyordu. Odalarda kilit yoktu, numara da yoktu.

Müzeyyen Uludağ

GÜNDÜZ OSMANLI, GECE FRANSIZ

Odamızın adı “Omlet” idi. Kervansaray avlusunda gündüzleri halılar serilir, rahle şeklinde sehpalar ve nargileler bulunurdu. Turistler bayılırlardı. Bir Fransız kadın, madam zarafeti ile dolanır dururdu etrafta. Tesislerin müdürüydü galiba. Turistlere eski Osmanlı’yı yaşatmayı uygun görmüştü. Gece o halılar kalkar, masalar konur, testilerle şarap ikram edilir, daha ziyade Fransız soslu balıklar servis edilirdi. “Gündüz Osmanlı, gece Fransız”, ne ilginç değil mi? O kadar çok anılar var ki, nereden nereye uçacağım doğrusu bilemiyorum.

MESELA ANTALYA

Antalya Oteli’nin yerinde bir motel vardı, biz oraya giderdik. Zeki Müren oranın müdavimiydi. Merdivenlerin oldukça dik olması nedeniyle denize zor inerdik. Odalar yine bungalov düzenindeydi. Havuza girerdim hiç sevmediğim halde. Bir gece odamızın önünde otururken mumlarla süslenmiş, içi bir sanat şaheseri gibi oyulmuş karpuzun içinde meyveler geldi bize. Sadece bize geldiğini öğrenince araştırdık. Meğer aşçıbaşı beni bir artiste benzetmiş uzaktan. Hâla unutamam. Zeki Müren’in başrolünü oynadığı “Hayat Bazen Tatlıdır” filminin bir bölümü evimizde çekildiği için Zeki Müren bizi tanırdı. Bu nedenle mini sohbetlerimiz olurdu o motelde.

Müzeyyen Uludağ

YANİ BİZİM SEYAHATLERİMİZ HEP BÖYLEYDİ

Bir de otomobilimizle müzik eşliğinde bir şehirden bir şehire giderken, önümüzden giden otobüslerin arkasında “Sarı Saçlı Ağlayan Çocuk” resmi ile “Sızıntı Dergisi” reklamını görürdük. Şimdi anlıyorum, Sızıntı ne zaman sızmış bizim ülkeye. “O reklamı hatırlayan var mı?” diye sormak geldi içimden. Yani o zamandan başlamış. Küçük bir çocuğun fotoğrafı ile kandırmacalar… Neyse, bu yazıya anılarımızın içinde diye değinmeden geçemedim. Onu da aldım içine. Hepinize sonsuz özlem ve sevgiyle…

tourmag turizm dergisi

İLGİLİ HABERLER